BİR BAŞARISIZLIK HİKÂYESİ
Fotoğraf Yarışması Sitesi

Kaybedenler Kulübü

Kaybedenler Kulübü iftiharla sunar...

Tam da ''analog fotoğraf makinesi mi yoksa dijital fotoğraf makinesi mi'' tartışmalarının alevlendiği yıllardı. Daha doğrusu yıllarmış. Zaten daha önce hiç profesyonel fotoğraf makinesi olmayan biri olarak, bu saatten sonra analog makine alıp kullanacak biri değildim. Ajansta bir fotoğraf makinesi ihtiyacı baş göstermişti lakin o dönemde pek fotoğrafçı çevrem de yoktu. Ama çok şükür param vardı, bir elektronik mağazasına girip "Bana en iyisinden bir fotoğraf makinesi verin!" diyerek elimi tezgâha vurmuştum. Akabinde elimde Sony DSC 1000 ile ajansa geri döndüm. Üzerinde onlarca tuş ve menüsünde binlerce ayar olan yeni bir oyuncağım olmuştu. Açma kapama tuşu ve deklanşörün dışında hiçbir özelliğini bilmediğim bir oyuncak... İşte AFAD (Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği) ve fotoğraf dünyası ile tanışmama da bu cehaletim sebep olmuştu.

Fotoğrafçılığa hızlı bir giriş yapmam ve Haluk Uygur'un da öğrencisi olmamla birlikte yıllar içerisinde birçok ulusal ve uluslararası fotoğraf yarışmasında asistanlık, salon koordinatörlüğü ve jüri üyeliklerinde bulundum. Aslında böyle havalı durduğuna bakmayın, daha çok işin hamallığını yapıyordum. İlk önce TFSF (Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu) ve FIAP'tan (Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu) patronaj denilen lisans numarasını alabilmek için şartname hazırlıyorduk. Yarışmaya kimler katılabilir, kaç kategorisi var, şartlar ne olacak, son katılım tarihi nedir, jüriler kimlerden oluşuyor, jüri toplantısı nerede yapılacak, sonuçlar ne zaman açıklanacak vs... Sonra TFSF ve FIAP ile yazışmaları yapıp ücretleri ödeyip, yarışmanın duyuru afişleri hazırlayıp ve reklamını planlıyordum.

O zamanlar yarışmalara katılım CD ile oluyordu. Hindistan'dan bir katılımcı, 3 farklı kategorisi olan, Adana merkezli uluslararası bir yarışmaya katılmak için zarfın içine 10 dolar koyup, CD'yi bizim ajansa postalardı. Tabii ki bazı postalar son katılım tarihine yetişmezdi. Hatta bırakın yarışmanın son katılım tarihini, sonuçlar açıklandıktan sonra bile, postadan geciken zarflar gelirdi.

Zamanında gelen şanslı zarflardan birisini açtığımızda, içinden muhtemelen bir CD ve yarışma katılım bedeli olan 5-10 USD para çıkardı. Katılım Türkiye'den ise de bilmem kaç TL. Hatta arada, katılım bedeli karşılığı Hindistan Rupisi ya da Arjantin Pesosu bile çıktığı olurdu. Bunları hep not ederdik.

CD'yi alıp bilgisayara takarsın, bilgisayar, 20 gündür kargoda olan CD'yi okuyacağım diye vın vın vın döner ama okumaz. Yarışmacının şansı varsa, CD'deki fotoğrafları alıp bilgisayara kopyalarsın. Her biri yüksek çözünürlükte ve boyutta olan fotoğraf dosyalarını CD'den bilgisayara kopyalamak 10 dakika falan sürer. Sonra, yarışmacının adı görülmesin ya da bir karışıklık olmasın diye tüm o fotoğraflara bir numara verir, başka bir Excel dosyasına da o numaranın gerçek sahibinin adını yazardık. Ne oldu, sıkıldınız mı? Bunu 500 kere yaptığınızı düşünün. Çünkü ortalama bir yarışmaya 400-500 kişi katılırdı. Şimdi ne demek istediğimi anladınız mı? İşte salon koordinatörü bunları yapıyordu. Yarışma günü jüriye fotoğrafları gösterip oylamaları not alma, yarışmada dereceye giren fotoğrafları ve sergileme alan 50 ayrı fotoğrafı ayıklama işinden bahsetmiyorum bile.

Sanırım 2011 senesiydi ve artık bu iş, benim gibi teknolojiyle, bilgisayarla, internetle erken yaşlarda tanışmış birisi için çok saçma geliyordu. Ajansta bu işi otomasyona dökebilecek uzman bir ekip ve dünyada internet denilen imkânlar varken bu iş için bir web sitesi yapmak işten bile değildi. Hummalı bir çalışmanın ardından birkaç ay içerisinde www.altinjuri.com alan adı altında bir internet sitesi hazırlamıştık. Hatta bir de www.goldenjury.com diye bir alan adı da alıp, onu da ana alan adına park etmiştik. Yurt içi reklamlarını Altınjuri markası ile, yurt dışı reklamlarını Goldenjury markası ile çıkıyorduk. Sonuçta hangi siteye girersen gir aynı yer açılıyordu.

Dünyanın hangi ucunda olursan ol siteye üye oluyor, yarışmayı görüyor, söz konusu yarışmanın birden çok kategorisi varsa her kategoriye ayrı ayrı fotoğraflarını yüklüyor, yarışmanın katılım ücretini -ki bu konuya ayrıca değineceğim- kredi kartı ile online olarak ödüyor, sonra da yarışmanın son katılım tarihine kadar; olur da katıldığın fotoğrafı değiştirmek istersen eski yüklediğini silip yenisini yükleyebiliyordun. Yarışma sonucu açıklandığı zaman da yine siteden sonuçları görebiliyor, hatta tüm ödül ve sergileme alan fotoğrafları sanki bir galeriyi gezer gibi gezebiliyordun. Sistem, birçok açığa çözüm oluyordu. En başta, posta kayboldu mu, kaybolmadı mı derdi, gerek katılımcı gerekse organizasyonu yapan yarışma sahibi için sorun olmaktan çıkmıştı.

Bu tarz yarışmaları genelde sosyal sorumluluk projesi olarak sivil toplum kuruluşları yani dernekler yapardı. Yarışmanın maliyetlerinin bir kısmını karşılamak adına da ufak katılım bedelleri alırlardı. Yarışmacılar da bu sisteme alışık olduğundan pek sorun olmazdı. Zaten ne söz konusu dernek bir makbuz keserdi ne de katılımcı "Nerede benim ödeme dekontum?" diye sorardı. Ben de bazı derneklerde saymanlık yaptığım dönemlerden çok iyi biliyordum ki Türkiye'de Dernekler Masası Kanunu'na göre herhangi bir derneğin yurt dışından bağış alması yasaktı ya da özel izne bağlıydı. Dernekler, katılımcılara zaten bir makbuz kesmediği için bu kısım pek sorun teşkil etmezdi ama yarışmanın duyurusunda ya da sonuçların açıklanma döneminde; fırsat buldukları her mecrada, büyük puntolarla 38 farklı ülkeden yarışmaya 500'den fazla kişinin katıldığını ve birincinin Romanya'dan Alexandra, ikincisinin Hindistan'dan Rakesh olduğunu duyururlardı. Kimse de "İyi de bu adamlar size katılım parasını nasıl ödedi? Siz makbuzu kestiniz mi? Kestiyseniz bağış adı altında kesmiş olmanız lazım ama ülkemizde yabancıdan bağış almak yasak." demezdi. Posta yoluyla zarf içinde para yollamanın ise Anayasa'nın ayrı bir maddesinin yasağı olduğu polemiğine kimse girmezdi. Biz aynı zamanda, bu online ödeme sistemi sayesinde paraları, ticari faaliyeti yasal olan kendi şirketimize alıp her birine ayrı ayrı fatura kesme kararı almıştık. Etkinliğin sonrasında da yatırılan tüm parayı, organizasyonu yapan derneğe bağış olarak yolluyorduk. Aslında sistemin açığını bulup faydalanmak yerine, açığını kapatıp kitabına uyduruyorduk. Hatta bunu da bir pazarlama unsuru olarak görüp aba altından sopa göstererek bundan sonra yarışma düzenleyecek tüm dernekleri bu sayede tavlayabilecektik.

Bununla da yetinmedik. Siteye bir de sadece jürilerin girebileceği bir jüri paneli tasarladık. Jüri kendi kullanıcı adı ve şifresi ile paneline giriyor, yarışmadaki tüm fotoğrafları; sahibinin adını görmeden tam ekran olarak görüyor, gerekirse zoom yapıyor, sonra da yan taraftan Kompozisyon, Teknik, Estetik ve Genel başlıkları altında 1'den 10'a kadar puan vererek toplamda 40 üzerinden değerlendirebiliyordu. Bunu yaparken sadece mouse ile bizim yan yana koyduğumuz 10 yıldızdan istediğine tıklaması yeterli oluyordu. Sıkıldığı anda bırakıp, ertesi gün kahvesini alıp kaldığı yerden oylamasına da devam edebiliyorlardı. Yani geleneksel jüri toplantısında olduğu gibi sabah 9'da toplanıp gece 12'lere kadar süren baş ağrıtıcı toplantılara, hatta tartışmalara girmesine gerek kalmıyordu.

Jüri toplantılarında şahit olduğum bir diğer konu ise jürinin, bir önceki jürinin verdiği puandan ister istemez etkilenmesiydi. Ortalama bir yarışmada 5-10 jüri üyesi olurdu. Yani bir fotoğrafa, ilk jüri 8 vermişse bir sonraki pek de 2 diyemezdi. Beğenmese bile 5 derdi. Oysa özelde tanıdığım o jüri üyesine, o fotoğrafı normalde göstersem, 1 bile vermezdi. Bu, fotoğrafın güzel olup olmaması ile değil, o jürinin beğeni kriterleri ile doğru orantılıydı. Hele 'üstat' dediğimiz, yaşını başını almış geleneksel birkaç jüri üyesi, siyah beyaz bir 'Tahta Kapı' ya da 'Sümüklü Çocuk' fotoğrafına 8'ler, 9'lar vermeye başladığında sizin o fotoğrafa 3 vermeniz pek olası değildi. Ama Altınjuri'nin jüri panelinde hiçbir jüri, diğer jürilerin verdikleri puanları görmüyordu. Sistem, tüm jürilerden ayrı ayrı aldığı puanları toplayıp tüm derecelendirmeyi objektif ve otomatik bir şekilde sonuç sayfasına yerleştiriyordu.

Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.Önce bu işten anlayan, daha önce bu tarz yarışmaları koordine eden, jürilik yapmış olan, çoğu 'üstat' diyebileceğim hocalarıma ve fotoğraf camiasının ileri gelenlerine gösterdim. Hepsi çok beğenmişti. Adana zaten Türkiye fotoğrafçılığında kilit yerlerden birisiydi. TFSF başkanına ya da federasyon delegelerine bir telefon ile ulaşabilecek bir networkümüz vardı. Bir sonraki yarışmaya temsilci olarak gelen TFSF temsilcisini bizzat ben karşıladım ve baş başa yenilen bir kebap eşliğinde projemi kendisine anlattım. Hatta bu siteyi, TFSF'nin patronaj verdiği, her sene ortalama 50-60 yarışmada kullanabileceğimizi belirttim. Aslında öncelikle amacım bu işten para kazanmak değildi, zaten belirli bir noktadan sonra paranın altında kalmasak da para kazanabileceğimize emindim. Kendi koordinatörlüğünü yaptığımız daha ilk yarışmada 500'den fazla üye ve 2.000'den fazla profesyonel, yüksek çözünürlüklü fotoğraftan oluşan bir arşivimiz olmuştu bile. Her ne kadar bu fotoğrafların sahibi biz olmasak da yazacağımız tek bir yama özelliği ile tüm üyelere fotoğraflarını satabileceklerini bildirebilir ve sadece tek bir tık ile onaylarını alabilirdik. Bu, bir sonraki aşamada düşündüğüm ayrı bir projeydi.

TFSF temsilcisine bu planımdan bahsetmemiştim bile ama ona rağmen sadece sitenin işlevinden bile çok heyecanlandığı belliydi fakat benim bilmediğim birçok denge vardı. TFSF'nin bana verdiği ilk cevap, "Biz yarışmalara özendiren bir kurum değiliz." oldu. İki senede bir yapılan koltuk kavgalarını saymazsak, benim tek bildiğim işlevi, yarışmalara patronaj numarası vermek olan federasyonun, yarışmaları ''özendiren'' işleri pek desteklemediğini duymak aslında biraz şaşırtıcıydı. İki sene sonra, TFSF'nin bu fikri alıp sadece fotoğraf yükleme modülünden başka hiçbir özelliği olmayan sözde bir yarışma koordinasyon sitesi açmaları ve bunu isteyen kurumlara parayla kullandırmaları bile beni bu kadar şaşırtmayacaktı.

Yılmadım. Aynı sene içerisinde düzenlediğimiz bir başka yarışmanın jüriliğine FIAP'ın mevcut dönem başkanını davet etmiştik. Kendisi Adana'ya gelecek, hatta otelde kalmak yerine Haluk Hocamın evinde kalacaktı. Zaman geldi, benzer bir kebap ayininde onun yarım İngilizcesi ile benim yarım İngilizcem bir TOEFL savaşı verdi. Savaşın sonunda tek anladığım, FIAP'ın, jüri toplantılarını mutlaka bir salon içinde istediği, tüm jürilerin bizzat hazır bulunmasının gerektiği ve hatta o anın fotoğraflanmasının da şart olduğu oldu.

Genelde jürilik daveti alan üstatlar bu işten bir ücret talep etmezlerdi ama yarışmayı düzenleyen kurum, dünyanın dört bir tarafından jüri davet ettikleri zaman onların Adana'ya geliş ve ülkelerine dönüş biletlerini alır, her biri için ayrı ayrı ortalama 3-5 günlük bir otel ayarlar, bu süreçte de kendilerini gezdirir, e bir de kebap yedirirlerdi. FIAP yönetimi de eminim bu masrafları biliyordu ama anlaşılan, jüri üyesi olan arkadaşlarını da bu zevkten mahrum etmek istemiyordu.

Bu sefer yıldım sandınız değil mi? Yine yılmadım. Yaptığımız siteye megalomanca aşıktım. Doğruyu söylemek gerekirse bugün bile aşığım. Neyse, her ne kadar fotoğraf dünyasındaki yarışmalara alışkın olsam da eminim başka yarışmalar da bu siteyi kullanabilirdi ve bizim bu siteye sadece resim dosyası eklemenin yanı sıra bir de PDF dosyası ekleme özelliğini yazmamız çok basitti. Artık PDF dosyası da yükleyebilen müstakbel yarışmacıların olması, bu sitede her türlü yarışmanın yapılabileceği anlamına geliyordu. İster şiir yarışması yap, ister kompozisyon, istersen mimari bir proje, hatta herhangi bir belediyenin açacağı kent meydanı projesinin bile yarışmaları, aynı mantıkla, bu site üzerinden yapılabilirdi.

Neredeyse 10 sene geçmişti. Bizim site; düzenli olarak koordinatörlüğünü yaptığım uluslararası bir yarışmanın her seneki organizasyonlarına ek olarak, sadece; bu yarışmalardan birine katılan ve siteyi çok pratik bulmuş bir fotoğrafçının, kendi şehrinde düzenleyeceği bir yarışma için bir kez daha kullanıldı. Beş yıl boyunca sitede düzenlenen toplamda 6 yarışmanın sonunda, dünyanın dört bir tarafından katılım gösteren 3.000'den fazla üye ve yüksek çözünürlüklü 12.000'den fazla fotoğraftan oluşan arşivimizle birlikte, bir sunucu değişikliği sırasında, son üç senedir hiç kullanılmayan bu siteyi taşımaya üşendik. Şu an yerini bile tam bilmediğim, dolapların birinde duran harici bir diske o günkü yedeğini alıp, siteyi yayından kaldırdık. Benim için bu, eski bir sevgiliye veda etmek gibiydi. Aşktan geriye sadece külleri kalmış bir sevgiliye veda...

Ne bir belediyenin proje yarışmasına ne de kurumsal bir firmanın endüstriyel ürün tasarımı yarışmasına ev sahipliği yapamadık. Belki doğru zaman değildi. Dünya henüz ne pandemiyi görmüştü ne de dijitale bugünkü kadar aşinaydı belki de. O gün bu site tutsaydı, devamında aynı veritabanını kullanan ve gelirinin de fotoğraf sahipleri ile paylaşılacağı bir stok fotoğraf satış sitesi de yapacaktık. Şimdi, en azından o işle uğraşmaktan kurtulduk diye kendimi avutuyorum.

yukarı